Her sabah olduğu gibi sabah, iş yerimdeydim. Her zamanki gibi önce bilgisayarımı, sonra mesai boyunca açık tutarak acil, afet ve olağandışı bir durumu gün boyu takip edebildiğimiz duvarda asılı büyük televizyonu açtım. Yazıcıya yöneldim, haber kanalından şehit haberi geliyordu. Dünkü hain olay dedim. 5 şehit polis ve yaralılar. Sonra spikerin çok sayıda şehit var deyişini duydum. Olay farklıydı. Hainler, Çukurca’yı basmış, 24 vatan evladını şehit etmişti. Onlarca yaralımız vardı.
Ertesi gün gazete manşetlerinde durumun bir cümle ile özetini okuduk: “24 Şehit, 74 milyon yaralı”. Şehitlerimiz vardı ve biz yaralanmıştık.
Ankara’nın şehidi iki gün sonra geldi. Kocatepe Camindeki şehit törenine katıldım. Ortaokul, lise öğrencileri, başkanlarının öncülüğüne sınıf sınıf törene gelmişlerdi. Ankara şehidine sahip çık diye bağırıyorlardı. Diğer bütün illerde ve tüm vatanda olduğu gibi Ankara da şehidine sahip çıkmıştı. Çok büyük bir kalabalık vardı. Ortaokul, lise öğrencilerinin sınıflar halinde yaptıkları tel’in yürüyüşleri gün boyu sürdü. Ertesi gün de devam etti. Travma büyüktü bu sefer. Bir şeyler yapmak gerekti.
Birliklerimiz, içeride ve sınır ötesinde hainleri kovalıyordu. “Etkisiz hale getirilenler”in rakamları ne kadar büyük olursa olsun, bir tek şehidin tırnağına karşılık gelir miydi?
………
Birkaç gün sonra, Pazar günü. Hava güzel, kendimizi dışarı atalım diyoruz. Evden ailecek çıkmak üzereyiz. Haber kanalı açık. Alt yazı gözüme ilişiyor. Van’da 6.6 büyüklüğünde deprem. Sonradan düzeltilip 7.2 olduğu açıklanan deprem için olduğum yerde kalıyorum. Bu Van için çok büyük bir deprem. Hemen Van’da işim gereği beraber çalıştığımız Şükrü’yü arıyorum. Depremin ilk dakikaları. İletişim kanallarında henüz bir yoğunluk yok. Şükrü cep telefonunu açıyor. Hem ağlıyor, hem koşuşturuyor, hem anlatıyor. Şükrü Kürt. (Üç işi aynı anda yapabiliyor). Çocuklarımdan birini buldum, diğer ikisini arıyorum abi, diyor. Nefes nefese. Tamam, sakin ol diyorum. Önce çocuklarını bul, sonra da bir saat içinde telsizin başında ol diyorum.
Aileme, Bakanlığa gidiyorum diyorum. Eşim, sen bugün gelemezsin, arabayla git diyor. Gece boyunca kriz merkezindeyiz.
………
Şehitlerin verdiği acının üzerine depremin acısı biniyor. Ülkenin dört bir yanından düğmelerine basılmış gibi çoğunluğu sağlık personeli yüzlerce ekip bölgeye akıyor. Deprem haberinin üzerinde cep telefonlarında aşırı yoğunluğa bağlı kesintiler yaşanıyor. Uzak mesafeli telsiz üzerinden Şükrü ile neredeyse her on dakikada bir görüşüyoruz. Bölgedeki diğer istasyonlardan, amatör telsizcilerden enkaz altında kalmış yirmiye yakın vatandaşımızın durumunu alıp acil sağlık merkezine bildiriyoruz.
……….
Zonguldak Karadon Maden İşletme Müdürlüğünde 500 kişilik Talihsiye (Kurtarma) İstasyonu'nda telaş var. Van’a gidecek gönüllü ekibi hazır. Adaşım Bayram Çiftçi, dokuz aylık hamile eşini o haliyle bırakarak yola koyuluyor. Ekibiyle beraber 7 kişiyi enkaz altından sağ kurtarıyor, 40 kişinin cesedine ulaşıyor. 91 kişilik madenci ekibinde yer alan 5 yıllık maden işçisi adaşım, Erciş’te enkazda arama kurtarma çalışması yaparken baba oluyor, bunu birkaç gün sonra öğreniyor. Zonguldak vatan parçası. Van vatan parçası. Zonguldak’taki vatan evladı. Van’da enkaz altında kurtarılmayı bekleyen de vatan evladı. Biri Türk, diğeri Kürt. İkisi de bu vatanın evladı. Zonguldak’ta madencinin bebeği dünyaya geliyor. Adı Tuğsem. Babası, Tuğsem’i sonra görecek. Şimdi enkaz altında kalmış Kürt kardeşini kurtarması gerekiyor.
Yaşananlar, Van’a gelen kurtarma ekipleri ve yardımlar için, birilerine, “Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler” dedirtiyor. Fark edilmiş olması için depremin yaşanması gerekmiyor, ama onun için gerekiyor.
……….
Depremden üç gün sonra gazetede haber. “Depremle yıkılan Van'da PKK saldırısı: 4 asker yaralı”. Zonguldaklı madenci Bayram, Tuğsem bebeğinin doğduğunu göremeden yola koyulup Kürt kardeşini enkazdan kurtarmaya çalışıyor. Hainler ise kalleşlik peşinde, her zamanki gibi.
…………
Yemeğe çıkıyorum. Üç arkadaş daha masama oturuyor. İkisi ile oracıkta tanışıyoruz. Nerede çalıştığımı soruyorlar, konu depreme geliyor. Biri, 1999 depreminden bu yan ne değişti kardeşim diyor. Takım tutar gibi konuşuyor. Yemeği bırakıyorum. Kalk diyorum, sana yerinde anlatmam lazım.
1999 depreminden sonra sayıları 5000’i bulan Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE)’nden, bu ekiplerin teşkilatlanmasından, teçhizatından, aldıkları eğitimden, kazandıkları ruhtan bahsediyorum. Kriz merkezinin nasıl çalıştığından bahsediyorum. Görev alanıma giren konulardan bahsediyorum. İkinci gün mobil operatörlerin 28 noktada mobil baz istasyonu açtığından, acil santralına gelen telefon devrelerinin 10 katına çıkartıldığından, bölgeye kaydırılan son derece donanımlı kara ambulanslarından, havada gün boyu hasta, yaralı taşıyan hava ambulans helikopter ve uçaklardan bahsediyorum. İznini yarıda bırakıp bölgeye koşan sağlık personelinden bahsediyorum. Bunları anlatmazsam haksızlığa karşı susmuş olacağımı düşünüyorum. Vatandaşın, milletin yaptığı yardımlardan bahsetmiyorum. Onları görüyor diye düşünüyorum. Kötü olanı sonuna kadar eleştirelim ama, iyi olan, iyi yapılan, iyi işleyen bir şey varsa, yapanın kim olduğuna bakmadan “iyi” diyelim, ne olur diyorum. Tamam diyor, karşımdaki. Ben, binaların çürük yapıldığını kastediyorum diyor. Patinaj durumu.
……………
Başa dönüyorum.
Şehit haberlerinin üzerine yaşanan Van depremi, millet olarak, bizi birleştiren, bizi biz yapan ne varsa hepsini içinde barındıran örneklerle dolu. Biz bu acı olaydan alacağımız dersleri zaten alıyoruz. Asıl dersi alması gerekenler, kardeş kokusunu yeni fark edenler olmalı.
Ne dersiniz?