Yazı Boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Em.Albay Bayram GENÇCAN
bgenccan@gmail.com
Azerbaycan. Bugünü, dünü
26 Aralık 2009 Cumartesi Saat 19:14

Azerbaycan ve O’nun incisi Bakü, zengin enerji kaynakları ile sömürgeci ülkelerin her zaman iştahını kabartan bir ülke olmuştur. Durum, dün neyse bu gün de hemen hemen aynıdır.

Geçtiğimiz dönemde Ermenistan'la yapılan protokol neticesinde Azerbaycan'ın duyduğu rahatsızlık ve ardından iki ülke arasında yaşanan bayrak krizi dolayısıyla medyada ''bir millet ayrılıyor'' başlıkları kullanıldı. Başlıkları atanların istek ve heveslerini karşılaması bakımından bu durum anlaşılır olabilir. Ancak olayların tarihi, arka planı ve geçmişte yaşananlar incelendiğinde durum bu kadar basit değildir. Azerbaycan'ın bağımsızlık temellerini atan Enver Paşa, Nuri Paşa ve bu topraklarda canlarını veren şehitlerin yaptıklarını ve mücadelelerini görmeden, Kafkaslardaki Türk unsurlardan oluşturulan Türk İslam Ordusu'nun gayretlerini, yaptıklarını ve Azerbaycan Türklerinin bu orduya olan sevgisini bilmeden ortaya atılan görüşler bir mana ifade etmeyecektir.

Şenol Güneş’in başındaki Milli Futbol takımımızın Dünya üçüncüsü olduğu maçın hemen ardından Bakü sokaklarına atmıştık kendimizi. Büyük bir coşku vardı. İnsanlar, Türk Bayraklarını elimizden adeta zorla alıyor, bizden fazla bağırıyorlardı. Şehrin merkezindeki Türk Büyükelçiliği önünde toplanan on binlerce insan tek yürek olmuş, elçilikten Türk Bayrağı istiyorlardı. Şehirde hayat adeta felç olmuştu. Hemen sahilde, bir elinde Türk Bayrağı, diğer eli kalbinin üstünde İstiklal Marşımızın tüm kıt’alarını ezbere okuyan 7-8 yaşlarındaki bir Azerbaycan kızı, hepimizin gözlerini yaşartıyordu. Bu insanların farklı bir milletten olmaları mümkün müydü?

Bakü’de bir gün, yaşça bizden hayli büyük, rütbesi küçük bir binbaşı ile tanıştık. Bizi evinde misafir etti, sofrasını paylaştı. Söyledikleri çok içten ve samimiydi. Ruslar, her Azerbaycan Türk’ünün evine bir Rus sokmuştu. Aileleri, kendi istedikleri gibi oluşturuyorlardı. Çocukların anaları ya da babaları ya Rus’tu, ya da Rusya’nın diğer Türk olmayan cumhuriyetlerindendi. O yüzden bu ailelerin çocukları Ruslara düşman olamıyorlar, insanlar Rusların geçmişte yaptıkları zulmü, vahşeti görmezden gelebiliyorlardı. Her evde bir piyano veya bir çalgı aleti vardı. İnsanlar yıllar boyunca alkole alıştırılmıştı. Yerli içkileri arak, sudan fazla tüketiliyordu. Müzik, alkol ve aile yapıları bu milletin savaşma ruhunu neredeyse elinden almıştı. Askerleri, subayları, Karabağ topraklarının hala işgalden kurtarılamamış olması nedeniyle halkın gözünde değer erozyonuna maruz kalmıştı. Binbaşı, gençlik yıllarında, eski bir radyosuyla, uzun dalga üzerinden her gece gizlice TRT Erzurum yayınlarını dinleyerek, anayurdu düşünerek, ancak resimlerde görebildiği İstanbul’un muhteşem güzelliğini hayal ederek uykuya daldığını anlattı bize.  

Hazar Denizine bakarak İzmir’i andıran görüntüsünü seyre daldığımız bu güzel şehrin bir parkında, bir bankta, yaşlı bir bayanın “Siz Türk müsünüz?” sorusuyla karşılaştık başka bir gün. Konuşmamızdan bizim anayurttan, Türkiye’den geldiğimizi anlamıştı. Derin sohbete daldık kendisiyle. Babalarının, dedelerinin yaşadıklarını anlatmış ve atalarımızın yaptıklarını sevgiyle, minnetle bizlerle paylaşmıştı. Onun atalarını anavatandan gelen Türkler, Nuri Paşanın kahraman askerleri kurtarmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya savaşı döneminde dört yıl boyunca yedi cephede dönemin en güçlü devletleriyle amansız bir savaşa tutuşmuştu. Ülkenin her bölgesinde bir savaş cephesi vardı. Komşu ve kardeş Azerbaycan’ın durumu Osmanlı’dan farklı değildi. Bu dönemde Azerbaycan’ın; her yönden ilerlemesi kasten engellenmişti. Savaşın sonlarına doğru Azerbaycan artık işgal altındaydı. Birçok şehir düşman eline geçmişti.*

İşgalciler halka yönelmiş ve büyük bir katliam başlamıştı. Bu katliamlarda onbinden fazla Azerbaycan Türkü katledilmişti. Çaresiz kalan insanların çoğu zulüm, baskı, vahşet ve katliamdan kurtulmak için Sovyet Rusya’nın Moskova’dan sonra ikinci incisi durumundaki Bakü’yü terk etmek zorunda kalmıştı.

İmparatorluğun başkentine kardeş Azerbaycan ile ilgili kötü haberler gelmeye başlamıştı. Durum çok kötüydü. Süratle bir şeyler yapılmalıydı. Osmanlı Devleti, Enver Paşa’ya talimatını vermişti. Enver Paşa, kardeşi Nuri Paşa’yı Kafkas İslam Ordusunu kurmak amacıyla kardeş Azerbaycan’a göndermeye karar vermişti.

Düşmanların yapmış oldukları vahşet tarif edilemez boyutlardaydı. İnsanlar, çaresiz bir şekilde Nuri Paşa’yı beklemekteydi. Türk ordusunun Azerbaycan’a girişi çok ihtişamlı olmuştu. Anadolu’dan gelen ordu coşkuyla karşılanmıştı. Nuri Paşa, 1918 yılı Mayıs ayının sonunda Gence’ye gelmiş, çalışmalarına başlamıştı. Hazırlıklarını tamamlayan Türk Ordusu Kürdemir’i, Şamahı’yı ve diğer illeri işgalcilerin elinden almıştı. Sırada Bakü vardı. İlk harekâttan sonuç alınamadı. Halk zor durumdaydı. İşkenceler dayanılmaz boyutlardaydı.  İlk harekâttan sonra halk, ordunun daha hızlı hareket etmesi için Nuri Paşa’ya, Bakü’deki durumun güçlüğünü anlatan bir mektup gönderdi: "Ey Türk Askeri! Eğer sen Bakü’yü alamazsan, Bakü’de, senin için hazırlanan sofralar konaksız kalacak, kesilen kurbanlar düşmana kalacak. Sen bu şehri alamazsan, müslüman gelinlerin duvaklarını düşman yırtacak, senin muzaffer olman için kalkan elleri zalimler kesecek”. 

Türk Ordusunun ikinci hücumunda sonuç alınmıştı. Düşman bozguna uğratılmış, şehir işgalcilerin elinden alınmıştı. Halk, Nuri ve Halil Paşaları kurtarıcı sıfatıyla karşılamış, Azerbaycan’ın başkenti istiklaline kavuşmuştu. Azerbaycan halkı, kurtuluş gününün Kurban Bayramına denk gelmesiyle çifte bayram sevinci yaşamıştı.

Türk ordusu, Bakü savaşlarında ve bu savaşlardan önce çarpıştığı birçok bölgede yüzlerce şehit vermişti. 

Şamahı yakınlarında şehit olan bir subayımızın yaralanmasından şehit olmasına kadar geçen süre içersinde çeşitli duygusal anlar yaşanır. Şamahı civarında yapılan savaşlarda şehit düşen bu askerimizin ismi bazı kaynaklarda İzzet, bazı kaynaklarda da Kadir olarak geçmektedir. İzzet Bey, düşman ateşi ile yere yığılır. Ağır yaralanan binbaşının yardımına civarda yaşayan insanlar koşar. Askerimiz yaralandığında orada bulunan bir kadın, olaya başından beri şahit olur. Kadın, başörtüsünü çıkartıp askerin yarasını sarmak ister. İzzet Bey: "Bacım kolumu sağlam tut, ben kurşunu çıkarayım" der. Kurşunu çıkartır. İzzet Bey, kadına cebinde bulunan mendili çıkarmasını ister. Mendilin içine kurşunu koyduktan sonra, "Artık tamamdır, yaramı bağlamaya gerek yok. Kanım bu topraklara aksın." der. Halsiz şekilde yerde uzanan İzzet Bey, silah sesleriyle kendisine gelir. Türk ordusu gelmiştir. Askerler İzzet Bey’i yaralayan askeri orada çıkan çatışmada vururlar. Ordunun gelmesine İzzet Bey çok sevinir. Karşısında Nuri Paşa’yı görünce heyecanlanır. Nuri Paşa İzzet Bey’in yanına yaklaşır, İzzet Bey’in başını dizlerine kor. Artık İzzet Bey son anlarını yaşamaktadır. Nuri Paşa’ya: "Paşam bir Türk paşasının dizlerinde can vermek benim için büyük bir şereftir." der. Nuri Paşa, onu teselli etmek için, "Sen yaşayacaksın daha çok zafer kazanacaksın" cevabını verir. Fakat, İzzet Bey son anlarını yaşadığının farkındadır. Bitkin bir şekilde uzanan binbaşının etrafında herkes diz çöker, Şeyh Muhsin Kur’an okumaya başlar. İzzet Bey vatanından binlerce kilometre uzaklıkta ölüm kalım savaşı veren soydaşlarına yardım etmenin huzurunu yaşadığı anlarda sessiz bir şekilde okunan Kur’an’ı dinler. Orada bulunan insanların bu tablo karşısında duygularına hakim olamayıp gözyaşlarını tutamadıkları görülür. İzzet Bey, bir ara doğrulur, yanındakilerden haklarını helal etmelerini ister. Cebindeki mendili zorla çıkarıp Nuri Paşa’ya: 

-Paşam! Babam, Anadolu’da topraklarımızı korumak için vuruşurken ağır yaralanmış. Vücuduna isabet eden kurşunu güç bela çıkardıktan sonra, yanında bulunan silah arkadaşlarına, "Bu kurşunu oğluma verin, ben vatanım için kahramanca savaştım, ülkem için canımı vermek üzereyim. Ona söyleyin beni yaralayan şu kurşunu yanında taşısın, bunu iki etsin." der ve vücudundan çıkan kurşunla ikiz kardeşler gibi duran şahadet nişanlarını göstererek:

"Paşam! babamın vasiyetini yerine getirdim. Onun söylediği gibi kurşunu iki yaptım. Hâlâ kurşunun üzerindeki kanım kurumadı. Siz de bu kurşunu alın oğluma verin, ona babasının da kahramanca savaştıktan sonra şehit düştüğünü anlatın, bu kurşunları üçe çıkarmasını söyleyin." Son sözlerini söyleyen İzzet Bey vurulduğu yerde dünyaya gözlerini yumar. 

Halk, İzzet Bey’i yaralandığında Şamahı’ya götürmek ister, fakat o orada defnedilmesini vasiyet eder. Onun vasiyeti üzerine kendi vatanı olarak gördüğü topraklara, Şamahı yakınlarındaki Acıdere mevkine defnedilir. O günden bu güne kabrin adı "Türk mezarı" olarak bilinir. 

1918’den, her türlü baskı ve zulümlerin tertip edildiği bir dönemden, günümüze kadar nöbetini bihakkın tutan Türk şehidi, Azerbaycan halkının kalbinde onlara verebileceği en değerli hediyeyi, canını vererek taht kurmuştur. Bir dönemde kimliklerden Türk isminin çıkarılmasına, bu ismi söyleyenlere en ağır cezaların verilmesine rağmen, Türk ismi bu kabirde ölümsüzleşmiştir. Bu sessiz kabir, adeta yoldan gelip geçen yolculara, o dönemde Azerbaycan’da gerçekleştirilmek istenilen menfur düşünceyi sessiz haliyle anlatmaktadır. Ciltlerce kitabın ve binlerce hatibin yapamayacağı tesiri yakınından geçenlerin kulağına sanki fısıldarken, tarihî vazifesini yapmış olmanın huzuruyla yoldan gelip geçenleri selâmlamaktadır.

Bizden insanları, denizi, tarihi dokusu ve geniş bulvarları ile Sovyet Rusya’nın en güzel şehirlerinden biri olan Bakü’ye ilk zamanlar, Türkiye’de bir iş tutturamayan, atalarının mirasının ne anlama geldiğinin farkında olmayan, sadece para kazanmak amacıyla gelen kimi vatandaşlarımız hayal kırıklıkları yaşatmışlardı ama olsun, onların ataları, Azerbaycan’ı işgalcilerin zulmünden, vahşetinden kurtarmamış mıydı?

Yukarı Karabağ'daki işgalin sona ermemesi, Hıristiyan dünyasının bu konuda kılını bile kıpırdatmaması tamamen işgalci gücün Hıristiyan olması, işgal edilen yerin bir Müslüman toprağı olmasıyla yakından irtibatlıdır. Şayet işgal edilen toprak Hıristiyanlara ait ve de işgalci güç Müslümanlar olsaydı, dünya ayağa kalkar ve sorun hemen çözülürdü. Dünyanın her tarafında Müslümanların canı yanıyor. Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'da, Keşmir'de ve daha birçok yerde... Hıristiyanlar söz konusu olduğunda durum değişiyor. 

Şimdi işgalci bir devlet olan Ermenistan yüzünden iki kardeş ülkenin arasının açılması her şeyden önce Türk İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa'nın ruhunu incitmiştir. Türkiye'nin Ermenistan'la protokol imzalayarak yaptığı yanlışlığa, Azerbaycan Türk bayrağını indirerek başka bir yanlışla cevap vermiştir. Bu iki yanlış, iki ülke arasındaki kardeşliği ilelebet tesis eden Enver Paşa'nın güttüğü davaya ters düşmüştür.

Ortada bir yanlışlık var. Bunu düzeltmek yine Türkiye'ye düşüyor. Türkiye'ye her zaman düşmanlık beslemiş olan ve bu topraklar üzerinde emelleri bulunan, emperyalist dünyanın desteklediği Ermenilerin dostluğu Müslüman Azerbaycan Türklerinin kardeşliğine tercih edilmemelidir. Kendi ayağımıza kurşun sıkmanın alemi yoktur.

*I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun Qafgaz Harekatı, Azerbaycan Milli Ordusunun Kurulması ve Azerbaycan’ın İstiklalinin Kazanması,Babmı Matbası, Bakü 1998, s.14-15.

Bu makale toplam 3811 defa okundu.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
ŞAİRLERİMİZ
SİTE ANKET
Köyümüzün Öncelikli en önemli sorunu sizce nedir?
Yollar
Cenaze Morgu
Çöp
Kanalizasyon
Şadırvan ve Ortak Tuvaletler
Künye . Reklam . İletişim . RSS   Copyright © 2025 Yeşilalan(Holaysa) Köyü Tanıtım Sitesi
Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.
Yazılım & Tasarım : Mahmut ÖZDEMİR