Alaettin KÖKSAL
e.koksal@hotmail.com
Ben Köyümü Seviyorum
02 Temmuz 2011 Cumartesi Saat 23:06

Evet dostlar köyümü ve köylülerimi seviyorum. Gurbet diyarından sizleri hasretle selamlıyorum. İnsanoğlu Cennette yaratıldı. Kader-i ilahi ki Cennette Yaptığı bir hatadan dolayı, ebedi yurdunun özlemiyle dünyaya gönderildi. Gelirken hasretle ağlayan insan, dünya fırsatını iyi değerlendirirse hasretlik gömleğini dünyaya terk ederek, ebedi yurduna gülerek dönecektir.


“Her nefis ölümü tadacaktır, sonra Yüce Allah’a dönecektir.” Hak ve hakikatte inanan, inanmayan herkes bu ilahi emre ister istemez uyacaktır, uymaktadır. Ölümden kaçış olmadığı gibi, Yüce Allah’ın huzurunda hesap vermekten de kaçış yoktur.


Düşünebilen insan için, en büyük ibret ve nasihat ölümdür. İşin teferruatına girmeden, ölmeden önce ve ölümden sonra meydana gelen ve gelecek olan olumsuzluklardan kurtulmanın yolu, Yüce Allah’a kayıtsız şartsız teslim olup, Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmadan, miktarını ve sınırını bilmediğimiz, ömür sermayemizi nefsin hoşuna giden batıl işlerde israf etmemektir.


Âdem (as) Babamız ve Hz. Havva anamız, içinde hasretlik suyu olan, Yüce Allah’ın yasak kıldığı meyveden, şeytanın hilesiyle yedikleri için, hasretlik suyu insanların genlerinde yerini almıştır. Hasretlik suyu iyi kullanılırsa insana hayra götürür. Nitekim Hz Âdem (as) ve Hz. Havva anamız hasretlik ateşiyle tövbeye sarılarak hasret oldukları Yüce Allah’a ve cennete kavuşmuşlardır.


Her insan gibi, bendeniz de hasretlik ateşiyle köyümü, çocukluğumu, çocukluk arkadaşlarımı, yaşlı dedeleri, nineleri özlüyorum. Köyümün patika yollarını ağaçlarını, çayırlarını, komlarını, yaylalarını, küçük büyük baş hayvanlarını “aynalıyı, kınalıyı” yanık türkülerini derelerini, pınarlarını, süzme yoğurdunu, ekşimeğini, mıhlamasını özlüyorum. Anamın peştamalını, kuşağını, Ablamın keşanını, önlüğünü, Dedemin sakalını, sarığını, Babamın gurbete gidişini, dönüşünü özlüyorum.


Yüzükoyun olarak gaz lambasının altında dersimi yaparken uyukladığımı, okula giderken mendile sardığım kitaplarımı, naylon kravatımı, kara lastiklerimi, dere kenarında paylaştığımız, bir çeyrek ekmeği özlüyorum. Kibirsiz, gurursuz, birbirini horlamayan, zengin fakir ayırımı yapmayan, büyüklere olan saygıyı, küçüklere olan sevgiyi özlüyorum. Cenazelerdeki tatlı hüznü, düğünlerde ve bayramlarda ki sevinci, evlerde yapılan sohbetleri, ramazan iftarlarını, teravin namazlarını, hasta ziyaretlerini, yardımlaşmaları, imeceleri, çayır kokusunu, tırpanların seslerini özlüyorum.


Üzülerek ifade edelim ki, gün ortasında fenerle aramaya çalıştığımız, geçmişte kalan bu güzelliklerle köyümü ve köylülerimi özlüyorum. Bu safiyane özlem ve sevgi, hasretlik suyu ile yoğrulunca, inanın insan küçük bir âdem olabiliyor.


Hayat standartları düne göre bu gün çok ilerdedir. Dün köyümüzün elektriği, yolu, telefonu suyu yoktu okuyanı da azdı. Ama insanı ve İslami değerleri bugünden çok daha ilerdeydi.
40 sene içinde çok şeyler kazandık, Öğretmeninden mühendisine doktorundan amirine, iş adamından siyasetçisine kadar her sahada insan yetiştirdik. Üzülerek ifade edelim ki bilgi ve iş sahibi olmaya çalışırken adamlığımızı unuttuk. Sosyal dokumuzu sağlamlaştıran dostluk, arkadaşlık hısımlık, akrabalık, komşuluk gibi değerlerimizi kaybettik. Beşeri düşüncelerle birbirimizi kırdık. İslam kardeşliğinden uzaklaştık. Evlerimize kapandık televizyonlarla arkadaşlık kurduk. Yalancı medyanın kurbanı olduk. Paramızı, işimizi güvencemiz yaptık, Hâşâ Yüce Allah’ a sırtımız döndük. Hatırlatmaya çalışan insanlara sen işine bak diyerek selamı sabahı kestik.


Köyde yaşayanlarımız gurbette olanları unutmuş, Gurbettekiler köyünü köylüsünü unutmaz, rüyasını köyünde görür, hatıralarını köyü ve köylüsüyle anlatır. Sıla için köyüne gittiğinde yabancı muamelesi görür. Bu yaklaşım gurbetçiye çok ağır gelir, geldiğine de gelmediğine de pişman olur. Bu durum karşısında, gurbetçi, gurbette doğan büyüyen çocuğuna, köyünü ve köylüsünü anlatırken zorlanmaya başlar.


Köydekilerin umursamazlığı, sılaya gelenlerin sevinçlerini hüzne çevirir. Gurbetçi de geçmişte eğilerek su içtiği pınarla, gölgesinde oturduğu ağaçla, üzerinde oynadığı, koştuğu toprakla konuşarak hasretini giderir. Gurbetçinin hafızasında ki köylü adeta yok olmuştur. Köyünde yaşayan köylülerde birbirini tanımaz hale gelmiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen gurbetçi köyünü ve köylüsünü seviyor, çocuklarına da sevdirmeye çalışıyor.
Köyümü ve köylümü sevdiğim kadar, büyük köyüm olan Türkiye mi ve Türk milletini de seviyorum. Köyüm Türkiye’ye, köylüm de Türk milletine benzer. Köyde, şehirde yaşayanlarımız hep birlikte düzelirsek Ülkem ve milletim düzelerek aradığı huzura kavuşacaktır.


Köyümde, İslam âleminde ve bütün dünyada yaşayan Müslümanlardan dünyasını değiştirenlere Yüce Allah’tan rahmet, hasta olanlara acil şifalar, borçlu ve dertli olanlara acil devalar diliyorum. Hidayet üzere olan Müslümanların hidayetlerinin devamını, ayaklarının kaymamasını, hidayet üzere olmayanların hidayete ermelerini, Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. İnsanların kurtuluşu için, dünya hayatının bir fırsat olduğunu şuurla düşünebilirsek, kapattığımız sevgi ve kardeşlik yolunu yeniden açmış oluruz.


Sevmek maddiyata dayalı olmamalıdır. Maddiyat el değiştiren, gelip geçici olan nefsaniyeti tahrik eden bir güçtür. Maneviyat her şeyi kuşatan sevgi bağlarını kuvvetlendiren bedenlere ve ruhlara huzur veren kalıcı bir güçtür. Son cümle köyümü, ülkemi, milletimi manevi cephemle ve manevi cephesiyle seviyorum. Makalemizi merhum Erbakan Hocamızın şu cümleleriyle tamamlıyorum. “Maneviyatsız saadet olmaz. Maneviyat anlatılmadan şehitlik olmaz. Şehitlik olmadan vatan savunulmaz. Vatan olmazdan millet olmaz.

Millet olmadan devlet olmaz.” Bendeniz de köyümü ve köylümü vatanımı ve milletimi bu kurallar çerçevesinde seviyorum.